Günahıyla sevabıyla koskoca bir seneyi daha geride bırakıyoruz. 2020’nin de sonuna geldik. Dolayısıyla ölüme, kabre, Mahkemeyi Kübrâ’ya bir sene daha yaklaştık…
Seneye çıkar mıyız bilinmez. Zira bir gün gelecek aylar, günler, bitecek ve son nefesimizi alıp veremeyeceğiz veya o nefesi verip bir daha alamayacağız. Böylece bize verilen süre dolmuş, imtihanımız tamamlanmış olacak. Ve Rabbimizin huzuruna çıkarılıp, şu dünya hayatında yaptıklarımızın veya yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızın hesabını vereceğiz.
Sene sonunda bilançolarını tanzim edip kâr- zarar hesabı yapan ve durumlarını gözden geçiren ticari firmalar gibi, biz de, geride bıraktığımız senenin ardından manevî durumumuzu şöyle bir gözden geçirip hata ve günahlarımızı sorgulamalıyız. Geçici olduğunu bile bile dünyaya tamah edip ahiretimizi berbat etmemeliyiz.
Yaklaşan Yılbaşı Tehlikesi
Siz kıymetli okurlarımı tenzih edere söylüyorum ama maalesef bir kesim, her zaman olduğu gibi şimdiden (bizimle uzaktan yakından hiç bir alakası olmayan) noel kutlamaları için hazırlık yapmaktan geri kalmıyor. Gerçi, artık eskiden olduğu gibi ülke çapında bir hazırlık pek yapılmıyor. Zira evvelce müthiş bir çam ağacı katliamı olur, her dükkan vitrininde mutlaka bir noel baba figürü bulunur, hindiler kurbanlık koyunlar gibi sokaklarda satılırdı. Şimdilerde bu görüntüler oldukça azaldı ama yine de bir takım otellerde, gazino ve barlarda kadın-erkek karmakarışık eğlenceler tertip edilebiliyor. İslam’ın haram kıldığı içki, kumar, dans türünden hazırlanan programlarla, sabahlara kadar günah bataklığında tepinerek Allâh-u teala’ya isyan ediliyor.
Böylesine toplumsal bir isyan yaşanınca; “acaba bundan dolayı bir bela ve musibete düçar olur muyuz?” diye insan ister istemez tedirgin oluyor. Ama koronavirüsün etkisi hala devam ettiği için, inşaAllah bu tür nahoş eğlencelerin yapıldığına şahid olmayız.
Diğer taraftan, bir takım kutlamalarla, kahkahalar ve çığlıklar atarak yeni yıla girenlere de şaşırmamak mümkün değil. Çünkü insan önemli bir şeyini; malını, mülkünü veya parasını kaybetse normal olarak üzülür. Çünkü beşeriyet icabı kazanınca sevinir, kaybedince üzülürüz. Yani para-pul gibi telafisi mümkün olan bir şeyi kaybettiği zaman eğlenip gülen bir kimse normal karşılanmaz.
Peki, telafisi mümkün olmayan bir şeyi kaybedip de, kutlama yaparak eğlenen ve kahkahalar atanlara ne demeli?.. Öyle ya efendim koskoca bir sene geçti. Bu zaman dilimi bir daha geri kazanılabilir mi?.. Dünyayı versen değil bir seneyi, bir saniyeyi bile geri getirmek mümkün değil. Öyleyse kaybettiği maddi bir takım şeyler için üzülüp sıkılan insan, kaybedilen koskoca senenin ardından nasıl gafletle eğlenip sevinebiliyor, anlamak mümkün değil...
Seneler, aylar, günler hatta alınan her nefesin ardından bir nefes daha tükeniyor. Öyleyse sadece geçen bir senenin değil, geçen her nefesin bile farkına varmak lazımdır. Nitekim Hâce Abdülhâlık Gucdüvânî hazretleri, Nakşibendîliğin temel prensiplerini oluşturan on bir temel düstûr vaz’ etmiştir ki, bunlardan biri de:
“Vukûf-i Zamânî/Mutlaka zamanı değerlendirmek”tir.
Sâlik vaktinin değerini bilmeli, zaman geçerken kendi durumunun ne olduğunu değerlendirip anlamaya gayret etmelidir
Şâh-ı Nakşibend hazretleri bu konuyla alakalı olarak şöyle buyurmuşlardır:
“Vukûf-i Zamânî derken şunu anlamak lazımdır; insanın yaşadığı her an nefsinin hallerini gözetip kendi durumunu bilmesi, halinin şükrü mü, yoksa özrü mü gerektirdiğini anlaması ve gereğini yapmasıdır.”
Allah-u teala cümlemize zamanın kıymetini bilmek ve onu en güzel şekilde değerlendirmek nasip eylesin. Ve bizleri, kenarından köşesinden de olsa toplumsal isyana bulaşmaktan muhafaza buyursun.
Fi emanillah!..